Пропускане към основното съдържание

TÂRİH-İ HİCRÎ-İ MUHAMMEDÎ

 

Tozlu Sayfalardan

 

TÂRİH-İ HİCRÎ-İ MUHAMMEDÎ

 

 


 

8 Rabîulevvel Sene 53 Mîlâd-ı Muhammedî ve 20 Eylül 622 Mîlâd-ı Îsâ Pazartesi Günü

 

Kable’l-İslâm Arapların muayyen bir mebde-i târihleri yoktu. Aralarında meşhûr ve mütenâkil olan hâdisâtı târih itibâr ederler; filân şey meselâ Fil Senesi vâki olmuştu, filân kimse Ficâr Senesi doğmuştu” derler, bu sûretle târih vaz ederlerdi. İslâmiyet zuhûr ettikten sonra da hicretin on yedinci senesine kadar böyle devam etmişti. Hicretin on yedinci senesi yani Hazret-i Ömer’in hilâfetinin üçüncü senesi fütûhât-ı İslâmiye genişlemiş, dîn-i mübîn-i İslâm uzak yerlere kadar yayılmış, hükûmetin evâmir ve muhavverâtı çoğalmış, her yerde başka başka tarihler istimâl edilmesinden tereddütler, yanlış telâkkîler vukûa gelmekte bulunmuştu. Muttarıt bir tarih ihdâsı behemahâl lâzım olmuştu. Hazret-i Fâruk, bir mebde-i târih intihâp edilmesi için müşâvereye ashâb-ı kirâmı makâm-ı hilâfete davet etti.

Heyet-i celîle Fâruk-ı Azamın riyâseti tahtında ictimâ etmiş, hangi hadisenin mebde-i târih ittihâzı münâsip olacağı hakkında müzâkereye girişmişti. İslâmiyet zuhûr edeli beri saâdet getiren, İslâm âlemini şenlendiren birtakım hâdiseler vukû bulmuştu. Bunların hepsi birer birer hâtırlara geliyor, müzâkereden geçiyordu; nefs-i hicret-i Muhammediye, daha evvel Velâdet-i Fahr-ı Risâlet, Bi‘set-i Muhammediye, ilân-ı davet-i İslâm, Akabe Bîatı, ba‘de’l-hicre gazveler: Bedir Muzafferiyeti, Bîatü’r-Rıdvan, Feth-i Celîl-i Mekke. En sonra bu günlerin cümlesini tetvîc eden, din-i İslâmın saâdet-i beşeriyeyi kâfil olmak üzere ikmâl buyurulduğunu mübeşşir “El-yevme ekmeltü” âyet-i kerîmesinin yevm-i nüzûlü ve diğer birtakım şerefli günler.

En sonra İmam Ali kerremallahü vecheh hazretlerinin teklifi üzerine Rasûlüllah sallâllâhü aleyhi ve sellem Efendimiz hazretlerinin Mekke-i Mükerreme’den hicreti gününü mebde-i târih-i İslâmî ittihâzına karâr verdiler ve bu sûretle bu yevm-i celîli âlem-i İslâm’a ebedî bir hâtıra-i fâhire olarak bıraktılar. Şüphesiz ki ekâbir-i ashâb-ı kirâmın, hicret-i nebeviye gününü diğer şerefli ve kıymetdâr günler üzerine tercîh etmeleri sebepsiz değildi, bilakis hicret-i nebeviyenin hadd-i zâtında en büyük ehemmiyeti hâiz olduğuna mebnî idi.

Evet, sadr-ı İslâm’da ekâbir-i ehl-i sebk ve fazîletin hicret-i nebeviyeye bu kadar kıymet vermeleri, hicreti celâil-i hâdisât-ı İslâmiyenin en mühimmi bulmaları vehle-i ûlâda garip görülür.

Rasûl-i Zîşan Efendimizin siyer-i mübârekelerini okuyanlar, hemen cümlesi hicret-i nebeviyenin hâiz-i kıymet bir hadise olduğunu bilirler. Fakat bu hadisenin diğer hâdisât-ı mühimme üzerine tercih edilecek kadar ehemmiyeti hâiz olduğunu ve hatırasının âlem-i İslâm arasında ilelebet yaşatılması îcâp eder bulunduğunu idrâk etmek için oldukça nüfûzlu bir zekâ lâzımdır. Onun içindir ki anâsır-ı ehliye ve ecnebiyeden birçokları hicret-i Muhammediyeyi mezâhir-i hezîmetten addetmişler, hâlet-i yeis ve teslîm olmak üzere tasvîr eylemişlerdir.

Lâkin hicret-i Muhammediyeyi böyle çirkin bir şekilde tasvîr edenler, gayr-ı şuûrî olarak bu hâdise-i celîlenin ekâbir-i ashâb-ı kirâm tarafından nüfûz-ı nazarla idrâk edilmiş olan hafâyâsını, şân ve azametini keşf ü ibrâza ezkiyâyı sevk etmiştir, şöyle ki:

Filvâki hâdise-i hicret davet-i tevhit ile asabiyet-i cahile-i şirk arasında müessif bir hâletin; epey müddet devâm eden şiddetli nizâ ve cidâlin elîm bir netîcesi olarak vâki olmuştu. Müslümanlar bu müddet zarfında müşrikler tarafından düçâr-ı tecâvüz olmuş, envâ-ı ezâ ve cefâya marûz kalmış, işkencelere tutulmuştu. Kur’ân-ı Kerim’in, sünen-i nebevînin, târihin bu cidâl-i anîf hakkındaki siyâk-ı ihbârâtı, zamân ve mekân-ı vukûu nazar-ı itibâra alınarak tahlîl edildiği vakit bu harbin Müslümanlara en şedît bir mihnet olduğu anlaşılmaktadır. İşte bundan nâşîdir ki nihayet Müslümanlar tahammül-sûz olan bu taarruzun karşısında durmak üzere terk-i dâr u diyâr etmeyi tercîh etmişler, en sonra sâhib-i davet Hazret-i Fahr-i Risâlet Efendimiz de yâr-ı gârı Hazret-i Sıddîk refâkatinde olduğu hâlde hicret ederek ashâbına iltihâk etmişti. Lâkin esbâp ve ahvâl-i marûzadan neşet eden hicret-i müşârün ileyhâ aynı zamânda bambaşka esrâr ve hafâyâyı muhtevî ve birtakım mebâdi-i mes‘adeti müktenizdir; davet-i İslâm ashâbı tarafından anâsır-ı câhileye tevcih edilen vesâyâ-yı ıslâhiyeye karşı durulmak suretiyle tahaddüs etmiş olan bu cidâl hemen hicretle beraber Müslümanlar lehine tahvîl-i tâli ederek mesût bir safhaya girmiş fîmâ-ba‘d hakkın zuhûr ve intisârına mebde teşkîl etmiş, ondan sonra mütemâdî te’yîdât-ı ilâhiyeye mazhariyet hâsıl olmuş, dünkü muhâcirîn bugün şân u şerefle düşmanlarına karşı galebe çalarak zaferden zafere koşmaya girişmiş, pek cüzî bir zamân zarfında târih-i âlemde, misli gayr-ı mesbûk fütûhât-ı vâsiaya ermişti. Bu da pek bâriz hakâik-ı târihiyedendir.

Binâen aleyh hicret-i Muhammediye, nazarı zevâhir-i hâdisâta maksûr olanlara göre hezîmet olduğu hâlde nüfûz-ı nazar ashâbınca nusret-i ilâhiyeye mukârindi. Yeis ve teslîm şeklini irâe ediyorken hakîkatte fevz ü necâtın mebde-i tecellîsi idi.

Târih-i cihânda hicret-i Muhammediye gibi sûret-i hezîmetin, hâlet-i ye’s ü fütûrun, izz ü rif‘ate hâriku’l-âde muvaffakıyâta münkalip olduğu görülmüş müdür?

Evet Müslümanlar, hicret ânlarında mutlakâ kendilerinde bir nevi inkisâr hissetmişler. Fakat aynı zamânda yetişen ferişteler vâsıtasıyla diğer-gûn bir hâletle, hâlet-i mesûde ile tebşîr olunmuşlar, te’yîdât-ı ilâhiyeye mazhariyetle yeni şenlikli bir hayâta ermişler. Bu defa hak bâtıla tamâmıyla galebe çalmış, davet-i İslâm dünkü husamâsı tarafından müsâbaka sûretiyle kucaklanmış, hattâ himâye ve müdâfaası temîn edilmişti.

Binâen aleyh Fahr-i Risâlet Efendimiz Mekke-i Mükerreme’den zâhirde ne sebebe mebnî olursa olsun mufârakat ederek Medîne-i Münevvere’ye muvâsalet buyurdukları 20 Eylül 622 târîh-i mîlâdiyeye müsâdif 8 Rabîulevvel 53 mîlâd-ı Muhammedî Pazartesi ilelebet Müslümanlar için mebde-i târîh ittihâzına bi-hakkın sezâ bir gün idi. Bu günün her sene bugünkü İslâm âlemince hürmet-i lâika ile karşılanması vâcibât-ı İslâmiyedendir.

Lillâhtır, ülâike’l-ashâbü mâ enfeze enzârahüm ve asvebe ârâehüm vallahü’l-mülhimü bi’s-savâb.

 

20 Zilhicce 1358

Z.[iyâeddîn] Ezherî

Not: Bu yazı, Şumnu Nüvvâb Medresesi hocalarından Şeyh Efendi nâmıyla bilinen Düzceli Yusuf Ziyaeddin Ezherî Efendi (Ersal) tarafından kaleme alınıp Sofya’da yayınlanan “Medeniyet” gazesinde basılmıştır.   

 

Lügatçe

Anâsır-ı câhile – bilgisiz zürmreler

Anâsır-ı ehliye ve ecnebiye – yabancı olmayan ve yabancı olan zümreler

Anîf – sert, kaba

Asabiyet-i câhile-i şirk – cahiliyet tutkusu şirk

Ba‘de’l-hicre – hicretten sonra

Behemehâl – her halde, mutlaka

Bi-hakkın – hakkıyla, gereğince

Bi‘set-i Muhammediye – Hazreti Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi

Celâil-i hâdisât-ı İslâmiye – İslâm’ın şanlı olayları

Celile – yüksek, ulu

Cidâl – tartışma, kavga

Cümle – hepsi

Diğer-gûn – değişik, başka türlü

Dîn-i mübîn – apaçık din

Düçâr-ı tecâvüz – saldırıya uğrama

Ekâbir-i ehl-i sebk ve fazîlet – üstün ve erdemli büyükler

Ekâbir-i ashâb-ı kirâm – Ashab-ı kiramın büyükleri

Elîm – acıklı, üzücü

“El-yevme ekmeltü” – “Bugün tamamladım (size dininizi)” ayetinden bir kesit

Esbâb ü ahvâl-i mârûza – maruz kalınan, başa gelen sebepler ve haller

Evâmir – emirler, işler

Ezkiyâ – çok zeki ve anlayışlı olanlar

Ferişte – melek

Feth-i Celîl-i Mekke – Mekke’nin şanlı fethi

Fevz ü necât – başarı ve kurtuluş

Fîmâ-ba‘d – daha sonra

Fütûhât – fetihler

Fütûhât-ı vâsia – geniş çaplı fetihler

Gayr-ı mesbûk – daha önce olmayan

Gayr-ı şuurî – şuursuz, bilinçsiz

Gazve – Hazreti Muhammed’in kumandasında yapılan savaş

Hadd-i zâtında – aslında

Hafâyâ – sırlar

Hâiz – sahip, taşıyan

Hakâik-ı târihiye – tarihî hakikatler

Hâlet-i mesûde – mutluluk hâli

Hâlet-i ye’s ü teslim – ümitsizlik ve teslimiyet hâli

Hâlet-i ye’s ü fütûr – ümitsizlik ve bezginlik hâli

Hâriku’l-âde – olağanüstü

Hâtıra-i fâhire – iftihar, övünç hatırası

Hicret-i nebeviye – Peygamberin göçü

Husamâ – düşmanlar

Hürmet-i lâika – gerekli saygı

İctimâ etmek – toplanmak

İlân-ı davet-i İslâm – İslâmî tebliğin duyurulması

İlelebet – sonsuz

İnkisâr – kırılma  

İntihâp – seçmek

İntisâr – saçılma, yayılma

İrâe – gösterme

İstimâl – kullanmak

İzz ü rif‘at – üstünlük ve yükselme

Kable’l-İslâm – İslâm öncesi

Kâfil – üzerine alan

Keşf ü ibrâz – bulup ortaya koyma

Maksûr – kısa, kısıtlı

Mebâdi-i mes‘adet – mutluluğun esasları

Mebde – başlangıç

Mebde-i tecellî – ortaya çıkmanın, belirmenin başlangıcı

Mebnî – binaen, ötürü, dayanan

Mezâhir – ortaya çıkan yerler, şeyler

Mîlâd-ı Îsâ – Hazreti İsa’nın doğumu

Mîlâd-ı Muhammedî – Hazreti Muhammed’in doğumu

Muayyen – belirli

Mufârakat – ayrılmak

Muhacirîn – muhacirler, göç edenler

Mukârin – birlikte, bitişik

Munkalip – değişmiş, dönüşmüş

Muttarit – düzenli

Muvaffakıyât – başarılar

Muvâsalet – varış

Mübeşşir – müjdeleyici

Müessif – üzücü

Müsâdif – rastlayan, tesadüf eden

Müşârün ileyhâ – sözü edilen

Müşâvere – danışma, istişare

Mütemâdî – sürekli

Mütenâkil – nakledilen, dolaşan, anlatılan

Nâşî – doğan, neşet eden; ötürü, sebebiyle

Nazar – bakış

Nefs-i hicret-i Muhammediye

Nizâ – çekişme, anlaşmazlık

Nusret-i ilâhiye – Allah’ın yardımı

Nüfûz-ı nazar – bakış derinliği

Riyâset – başkanlık

Sadr-ı İslâm – Müslümanlığın en parlak devri, Hazreti Muhammed ve dört halife dönemi

Sezâ – uygun, yaraşır, lâyık

Siyâk-ı ihbârât – haber verme şekli

Siyer-i mübâreke – mübarek hayat hikâyesi

Sûret-i hezîmet – yenilgi şekli

Tahammül-sûz – tahammülü yakan, bitiren

Taht – alt

Tahvîl-i tâli – talihin, bahtın değişmesi

Târîh-i mîlâdiye – Hazreti İsa’nın doğum tarihini esas alan milâdî tarih  

Tebşîr – müjdeleme  

Terk-i dâr u diyâr – evi yurdu bırakma

Tetvic eden – taçlandıran

Te’yîdât – doğrulama, güçlendirme

Vâcibât-ı İslâmiye – İslâmî görevler, emirler

Vaz etmek – koyma, düzenleme

Vehle-i ûlâ – ilk anda

Velâdet-i Fahr-i Risâlet – Peygaberliğin övüncü olan Hazreti Muhammed’in doğumu

Vesâyâ-yı ıslâhiye – düzeltme, ıslah etme nasihatleri

Yâr-ı gârı – mağara arkadaşı

Yevm-i nüzûl – nazil olduğu gün, iniş günü

Zevâhir-i hâdisât – olayların görünüşü

Zuhûr – ortaya çıkmak

 

 

Коментари

Популярни публикации от този блог

Selvi Boylu Minaresiyle Servi (Sevlievo) ÇOBANOĞLU CAMİSİ

Selvi Boylu Minares iyle  Servi (Sevlievo) Kasabası  ÇOBANOĞLU CAMİSİ “Selvi... Karşıdan görünen sevimli minareleri... Türklerden kalma saat kulesi, köprüsü, hükûmet konağı ile bir Türke daha mûnis, daha muhabbetli gibi görünüyor.” Sözleriyle başlıyor 1923 senesinde “Deliorman” gazetesinde yayınlanan “Razgrad’dan Plevne’ye” başlıklı yazı. Devamında kasabadaki Sultan Abdülaziz devrine ait görkemli taş köprüden, Selim Paşa hayrâtı olan çeşmelerden, 1193/1779-1780’de yapılan saat kulesinden, dört sınıflı Türk mektebinden ve gayretli müftüsü Hâfız Sâbit Efendiden söz ediyor... Aslında Servi/Selvi (Sevlievo) kasabası Koca Balkan’ın hemen hemen eteklerinde bulunan bir Türk yerleşim yeridir. 922/1516 yılından kısa bir zaman önce Türklerin iskân edilmesiyle kurulmuştur. Tabiî, civarda başka Türk köyleri de kurulmuş; Akıncılar, Malkoçlu, Ali Fakih, Çadırlı, Ulûfeci gibi isimler tamamen Türklük, fetih, evlâd-ı fâtihân kokuyor. 1516 yılında 18 hanelik yeni bir Türk yerleşim yeri olan Niğb

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi: MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN (1897-1973) Bulgaristan Türklerinin kültürel hayatında önemli bir yeri olan Mahmud Necmeddin (Deliorman), ömrünü gazetecilikle geçiren biri olmakla beraber siyasî ve toplumsal faaliyetlerde de bulunan bir şahsiyettir. Görüş ve çalışmaları sebebiyle Bulgaristan’da yaşadığı dönemde farklı tartışmalar içerisinde yer almış aydının kişiliği, eserleri ve fikirlerinin tanınması, Bulgaristan Müslümanları tarihinin daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir.  Mahmut Necmeddin, 1897/1898 yılında Razgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hâfızoğulları sülâlesinden Ahmed Ağanın oğlu saraç Salih Efendi, annesi ise Kırımlı Hacı Hasan kızı Ayşe Hanımdır. İlk ve orta (rüşdiye) eğtimini doğduğu şehirde alan Mahmut Necmeddin, Balkan Savaşları sonrasında 16 yaşındayken Sofya’ya gitmiş ve orada Türkçe yayınlanan “Tunca”, “Resimli Türk Sadası” ve “Türk Sadası” gazetelerinde stajyer olarak çalışarak haber toplamış, tercüm

HASKÖY'DEKİ TARİHÎ ESKİ CAMİMİZ

Hasköy’de Bulunan Adı Üstüne ESKİ CAMİ Bulgaristan’ın güney kısmında bulunan Rodop dağlarının kuzey eteklerinde, Trakya ovasında bulunan Hasköy (Haskovo) şehri, Osmanlı üst düzey devlet yöneticilerinden birinin hası olarak küçük bir yerden büyük bir şehre dönüşmüştür. Edirne’nin fethi ile aynı yıllarda Osmanlı ordusu tarafından fethedilen Çirmen sancağı kapsamındaki yerleşim yerlerinden biridir. Osmanlı idaresinin son yıllarına kadar meşhur panayır yeri Uzunca-âbâd (Uzuncaova)’ya izafeten Uzunca-âbâd-ı Hasköy olarak bilinen yerleşim yeri, bir kaza merkezi olarak önceleri Çirmen ve Silistre sancaklarına, daha sonra da Filibe sancağına bağlanmıştır. Hasköy’ün tam fetih tarihi net olmamakla birlikte 1360’lı yıllarda olduğu tahmin edilmektedir. Bu yöreler, Sultan I. Murad döneminde Saruca Paşa tarafından fethedilmiştir. Bölgenin fethinden sonra bir taraftan imar edilen, diğer taraftan da Anadolu’dan getirilen Türklerle iskân edilen yerleşim yerleri arasında Hasköy de bulunmak