Пропускане към основното съдържание

Zor Zamanlarda Kurtarıcı Sözler


Zor Zamanlarda Kurtarıcı Sözler: SALÂT-I MÜNCİYE

İnsanlık, Allah’ın hikmet gereği türlü türlü hâllerden geçti, geçiyor ve geçecek. Bazı hâller olağan, bazıları ise olağanüstü... Olağan veya olağanüstü bütün yaşanan hâllerde insan kalabilmek en önemli şeydir. Varlıkta azmamak, yoklukta özümüzü yitirmemek, haddimizi aşmamak gerek. Varlığa sevinmeme, yokluğa yerinmeme olgunluğunu yakaladığımızda dünya taşıdığı güzellikler ve kötülüklerle bize cennet olur. Bu olgunluktan uzak kaldığımızda ise yemyeşil ve Allah’ın bin bir cemal sıfatının tecellisine mazhar olan dünya bize cehennem kesilir.
Hakikî Müslümanın inancı odur ki, hayır ve şer Allah’tandır. Bunun açık ve gizli hikmetleri vardır. O yüzden inancı kalbinin derinliklerine yerleşip bütün benliğini aydınlatan Müslüman Allah’tan geleni hoş karşılar... Gelen lütuf da olur, kahır da... Ama veren Tek’tir!
Bak şu dünyanın türlü türlü halına
Hiç kimseler çare bulmaz ölüme
Ne gelirse Hak’tan gelir kuluna
Sabredelim gönül elden ne gelir
Ne gelirse kula Allah‘tan gelir..
Öyleyse hâlimizi düzeltme ve türlü türlü hâllerin güzelini bize lütfedecek olan Rabbimize yönelmek doğru karar olacaktır. Ona iltica ederek haddimizin farkında olan insanlardan olduğumuzu ortaya koymalıyız. Onun kapısını çalarak dua ve niyazda bulunmak kalbimizi ferahlatacak, bedenimiz ıztırapta olsa bile ruh dünyamız huzurlu olacaktır. Zira hakikî acıyı duyan beden değil ruhtur, sevinç ve neşe de fizikî zevkten ziyade ruhî tatminden ibarettir.
Geçmişe ibret gözüyle baktığımızda bizden öncekilerin de türlü türlü hallerden geçtiğini görürüz. Bu anlamda ibretlik bir olayı zengin geleneğimizde Hâlik-mahlûk/Yaratan-yaratılan ilişkisi bağlamında önemli bir yeri olan „Delâilü’l-Hayrât“ adlı dua ve salevat mecmuasının „Kara Davud“ olarak bilinen şerhinde buluyoruz. Şârihin, İbn Fâkihânî’nin „Fecr-i Münîr“ adlı kitabından yaptığı nakle birlikte kulak verelim:
Şeyh Ebû Musa ed-Darîr isminde gözleri kör olan salih bir zât gemiyle hacca gider. Deniz açıldıklarında „aklâbiye“ denen ve gemileri perişan edip batıran bir rüzgâr çıkar. Gemi denizin derin sularına batmak üzereyken gemidekiler, salih bir insan olarak tanıdıkları ya da zannettikleri Ebû Musa’ya gelirler ve dua etmesini isterler. Bu arada üzerine bir huzur gelen Şeyh Efendi’nin yüreği geçer ve bu hâlde iken rüyasında Peygamber Efendimizi görür. Bulunduğu âlemde Efendimize durumu arz eder. Bunun üzerine Rahmet Peygamberi ona aşağıdaki salevât-ı şerifeden ibaret olan duayı öğretir, hatta üzerinde bu sözlerin yazılı olduğu bir kağıdı eline tutuşturur verir. Bu duayı bin kere okuyup Allah’a yakarmalarını ister. Şeyh Efendi rüya âleminden dönünce etrafındaki insanlara durumu anlatır. Ve hemen hep birlikte „Salât-ı Münciye“ (Kurtarıcı Dua) olarak adlandırılan sözleri okumaya başlarlar. Daha sayı bine ulaşmadan aklâbiye rüzgârı kendilerini bırakır ve başka tarafa yönelir. Nihayet gemiyle birlikte içindekiler de kurtulur.
Olur mu dersiniz? Olur, olur... Yeter ki inanın ve doğru kapıya yönelin...
Bir yakarışı ifade eden bu salevât/dua asırlarca İslâm dünyasında ve bilhassa Türkler arasında güzel bir gelenek olarak namazlardan sonra düzenli bir şekilde okunagelmiştir. Yakın zamanlara kadar okunmakta olan bu „kurtarıcı dua“ ne yazık ki, birçok yerlerde modernite veya ham sofuluğun kurbanı olmuştur.
Özellikle zor zamanlarda zorlukları verene Onun sevdiğini de anarak yalvarıp yakarmaktan ibaret olan bu derin mânâlar yüklü sözleri birlikte okuyalım:
"Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min cemîi’l-ehvâli ve’l-âfât ve takdî lenâ bihâ cemîa’l-hâcât ve tütahhirunâ bihâ min cemîi's-seyyiât ve terfeunâ bihâ indeke a'le'd-deracât ve tübelliğunâ bihâ aksâ'l-gâyât min cemîi’l-hayrâti fî'l-hayâti ve ba‘de’l-memât. "
"Allah'ım! Efendimiz Muhammed’e öyle salât eyle ki, bize onun hürmetine selâmet verip bütün korku ve belâlardan kurtarasın! Bizim ihtiyaçlarımızı onun hürmetine karşılayasın! Bizi bütün günahlardan onunla temizleyesin! Onunla bizi derecelerin en üsttekine yüceltesin! Onun hürmetine hayatta ve öldükten sonra her türlü hayır konusunda gayelerin, varılabilecek yerlerin en sonuna ulaştırasın!"
Bu duayı bir de içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumdan kurtulmanın “manevî reçetesi” olarak yeniden düşünsek... Ne dersiniz?

Vedat S. Ahmed 

Коментари

Популярни публикации от този блог

Selvi Boylu Minaresiyle Servi (Sevlievo) ÇOBANOĞLU CAMİSİ

Selvi Boylu Minares iyle  Servi (Sevlievo) Kasabası  ÇOBANOĞLU CAMİSİ “Selvi... Karşıdan görünen sevimli minareleri... Türklerden kalma saat kulesi, köprüsü, hükûmet konağı ile bir Türke daha mûnis, daha muhabbetli gibi görünüyor.” Sözleriyle başlıyor 1923 senesinde “Deliorman” gazetesinde yayınlanan “Razgrad’dan Plevne’ye” başlıklı yazı. Devamında kasabadaki Sultan Abdülaziz devrine ait görkemli taş köprüden, Selim Paşa hayrâtı olan çeşmelerden, 1193/1779-1780’de yapılan saat kulesinden, dört sınıflı Türk mektebinden ve gayretli müftüsü Hâfız Sâbit Efendiden söz ediyor... Aslında Servi/Selvi (Sevlievo) kasabası Koca Balkan’ın hemen hemen eteklerinde bulunan bir Türk yerleşim yeridir. 922/1516 yılından kısa bir zaman önce Türklerin iskân edilmesiyle kurulmuştur. Tabiî, civarda başka Türk köyleri de kurulmuş; Akıncılar, Malkoçlu, Ali Fakih, Çadırlı, Ulûfeci gibi isimler tamamen Türklük, fetih, evlâd-ı fâtihân kokuyor. 1516 yılında 18 hanelik yeni bir Türk yerleşim yeri olan Niğb

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi: MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN (1897-1973) Bulgaristan Türklerinin kültürel hayatında önemli bir yeri olan Mahmud Necmeddin (Deliorman), ömrünü gazetecilikle geçiren biri olmakla beraber siyasî ve toplumsal faaliyetlerde de bulunan bir şahsiyettir. Görüş ve çalışmaları sebebiyle Bulgaristan’da yaşadığı dönemde farklı tartışmalar içerisinde yer almış aydının kişiliği, eserleri ve fikirlerinin tanınması, Bulgaristan Müslümanları tarihinin daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir.  Mahmut Necmeddin, 1897/1898 yılında Razgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hâfızoğulları sülâlesinden Ahmed Ağanın oğlu saraç Salih Efendi, annesi ise Kırımlı Hacı Hasan kızı Ayşe Hanımdır. İlk ve orta (rüşdiye) eğtimini doğduğu şehirde alan Mahmut Necmeddin, Balkan Savaşları sonrasında 16 yaşındayken Sofya’ya gitmiş ve orada Türkçe yayınlanan “Tunca”, “Resimli Türk Sadası” ve “Türk Sadası” gazetelerinde stajyer olarak çalışarak haber toplamış, tercüm

HASKÖY'DEKİ TARİHÎ ESKİ CAMİMİZ

Hasköy’de Bulunan Adı Üstüne ESKİ CAMİ Bulgaristan’ın güney kısmında bulunan Rodop dağlarının kuzey eteklerinde, Trakya ovasında bulunan Hasköy (Haskovo) şehri, Osmanlı üst düzey devlet yöneticilerinden birinin hası olarak küçük bir yerden büyük bir şehre dönüşmüştür. Edirne’nin fethi ile aynı yıllarda Osmanlı ordusu tarafından fethedilen Çirmen sancağı kapsamındaki yerleşim yerlerinden biridir. Osmanlı idaresinin son yıllarına kadar meşhur panayır yeri Uzunca-âbâd (Uzuncaova)’ya izafeten Uzunca-âbâd-ı Hasköy olarak bilinen yerleşim yeri, bir kaza merkezi olarak önceleri Çirmen ve Silistre sancaklarına, daha sonra da Filibe sancağına bağlanmıştır. Hasköy’ün tam fetih tarihi net olmamakla birlikte 1360’lı yıllarda olduğu tahmin edilmektedir. Bu yöreler, Sultan I. Murad döneminde Saruca Paşa tarafından fethedilmiştir. Bölgenin fethinden sonra bir taraftan imar edilen, diğer taraftan da Anadolu’dan getirilen Türklerle iskân edilen yerleşim yerleri arasında Hasköy de bulunmak