İSMAİL CAMBAZOV
(1928 – 2020)
بويوك بر حزنله فدائى وفات تاريخنى سويلدى
اسمعيل خواجه هو الله ديدى اصلنه عروج ايلدى
27 رجب 1441
Büyük bir hüzünle Fedâî vefat tarihini söyledi
İsmail Hoca "Hû Allah" dedi aslına urûc eyledi
27 Receb 1441/22 Mart 2020
İki sene önceydi. Bulgaristan Türkleri arasında yetişen, bizim de ara sıra gölgesinde bulunma şerefine kavuştuğumuz İsmail Cambazov Hocamı bir yazımda “90 yıllık dallı budaklı bir çınar” olarak vasfetmiştim. Bir sayfa içerisinde farklı dönemlerde geçirdiği dönüşümleri ele almaya çalışmıştım. Sonra da “Acaba Hoca ne der?” diye tepkisini beklemiştim. Her zaman olduğu gibi, “Müslümanlar” dergisini baştan sona okumuş ve bana “Çok hakkaniyetli davranmışsın. Hem yermiş hem de övmüşsün!” demişti. “Hoca acaba ne demek istedi, yine bir cambazlık mı yapıyor?” diye düşünürken, “Bu yazıyı yayınlanacak olan Bulgaristan Müslümanlarının dinî eğitimine dair kitabımın arka kapağına konmasını isterim.” diye eklemişti. Ne yazık ki, bu yazımı onun kitabının arkasına koyamadık, çünkü yazdığı kitabı beğenmediği için bir tarafa atıp yeniden yazmaya başladı, fakat tamamlamaya ömrü vefa etmedi.
Yüksek İslâm Enstitüsünde çok az istifade etme imkânı bulduğum, ama daha sonraki yıllarda epey teşrik-i mesaimiz olan İsmail Hoca ile vefatından önce beyin kanaması geçirip komaya girmesinden beş gün önce görüşmüştük. Cuma namazına ve geleneksel “Cuma Kahvesi”ne gelemediği için Pazar günü ziyaretine gitmiştim. Kendisi, hasta olan bütün arkadaşlarını, hatta aleyhinde konuşanları bile ziyaret ederdi. Bu erdemli davranışı ondan öğrenmiştim. Uzun uzadıya sohbet ettik. Planlarını anlattı. Hatıralarını paylaştı. Derdini döktü... Bu ziyaret, onunla bilinçli hâlindeki son görüşmemizmiş meğer... Çünkü Perşembe sabahı “benim çok çilemi çekti fakirim” dediği 65 yıllık hayat arkadaşı Vildan Hanım arayıp üzücü haberi verdi. Evine vardığımızda komadaydı...
İsmail Hoca, yemeden, içmeden durur, ama kitap okumadan duramazdı. Ayrıca eski bir alışkanlık olarak Bulgar ve Türk basınını yakından takip ederdi. Son demlerine kadar okuyan bir insandı. Hatta bilincini yitirmiş bir hâlde yattığı yerde dikkatimi çeken şey, yatağının sağ tarafında muhtemelen gece yarısına kadar okuduğu “Ebediyete Yolculuk” kitabı, onun üstünde de “Lâyığına Muhabbet, Müstehakkına Nefret” başlıklı dergi oldu. Biraz daha sağında, az yüksekte ise Kur’ân-ı Kerim bulunuyordu ki, son ziyaretimde defalarca hatmedilmekten yıpranmış aynı mushafı göstererek “Bana şahitlik etmesi için bunu mezarıma koyun!” diyerek şakalaşmıştı. Şakalaşmıştı, çünkü konmayacağını bilirdi ve çeyrek asır daha yaşarım ümidine sahipti… Ama demir almak günü gelmişse zamandan, ne gelir elden…
Bilincini
kaybettiği gün Recep ayı ve Perşembe günü olması sebebiyle İsmail Hoca oruca
niyetliymiş. Rahatsız olmasına rağmen Pazartesi günü de orucunu tutmuştu. İyi hâldeyken
bütün üç ayları oruçlu geçiriyordu, komünizm döneminde kaçırdıklarını telâfi
etmeye çalışıyordu. Beş vakit namazına da olabildiğince nafile ilâve ediyordu.
“Günahımız çok, çok dinsizlik yaptık, çok kaçırdık, en azından
yetiştirebildiğim kadarıyla kaza edeyim” diye düşünüyordu. O sabahın gecesinde
de kim bilir kaç rekât namaz kılmıştı…
Bir
de son görüşmemizde Vitoşa’dan bahsetmişti yine. Hatta hafta sonu “artık
Karatepe’ye çıkarım” diye düşünüyordu. Karatepe’ye çıkmayı hem beden sağlığı
hem de ruh sağlığı açısından önemsiyordu. Vitoşa’ya çıkmak ona “kuraş” veriyor,
dağı seyretmek onun imanını güçlendiriyor, Allah’ın azameti önünde secdeye
kapanmasına sebep oluyordu. Vefatından bir ay kadar önce Vitoşa’ya çıkıp dağ
havasını alıp dağevinin önünde kahvelerimizi yudumlarken “Bak şuna yahu! Şaştım
da kaldım... Bu dağları seyreden insanın ateist olması mümkün değil!” diyordu.
Ama tabiî, iman bir nasip meselesidir aynı zamanda. O, bunu da iyi biliyordu,
çünkü 45 yıl ateizm propagandası yapmış ve kritik bir dönemde zorlu bir viraj
alıp aslına rücu etmişti. O yüzden hep Rabbine şükrediyordu, çünkü aynı
kulvarda at koşturduğu birçok arkadaşı virajı alamıyor, caminin kapısına kadar
geliyor, ama içeri grime azmini gösteremiyordu.
Cambaz Hoca, Bulgaristan Türklüğünün simgesi hâline gelmişti. Bunun farklı sebepleri olmakla birlikte ana sebebin tarih ve kültürümüzü kendisinden sonra gelen nesillere aktarma gayretiydi. Her fırsatta tanıklıklarını anlatıyordu. Trakya otobanının 1. kilometresinden 325. kilometresine kadar hiç durmadan konuştuğunu, kitaplarda bulamayacağımız olaylara şahitliklerini paylaştığını hatırlarım. Bunların bir kısmını zaten Nüvvâb hatıralarıyla başlayan ve en son yöresini anlattığı eseriyle noktalanan kitaplarında anlatmıştı. Böylece güzel bir iz bıraktı...
Farklı
bir devrin adamıydı İsmail Hoca. Bizi anlamakta zorlanıyordu. Biz de onu... Ama
yine de üzerine düşeni yapmaya çalışıyor, küçük şeylere seviniyor, olumlu
adımlar heyecanını artırıyordu. Pozitif bir enerjisi vardı. O yüzden olumlu
hatıralarla bir Mirac Gecesinde aslına rücu etti.
Allah
gani gani rahmet eylesin!
Коментари
Публикуване на коментар