Пропускане към основното съдържание

CEBEL CAMİSİ


CEBEL’İN İHTİŞAMLI SÜLEYMAN AĞA CAMİSİ

1934 yılında Cebel adını alan Şeyhcuma köyü, 1969’da kasaba olmuştur. 1959 yılından beri Kırcaali iline bağlı bir belediye merkezi ve Türklük yuvasıdır. Bu yerleşim yeri ve çevresi, Osmanlıların XIV. asrıda Rumeli’ye düzenledikleri ilk fetihlerle Türklerce mesken tutulmuştur. Dağlık olması sebebiyle bölgede Cebel adını taşıyan köyler olmuş, hatta bir dönem Mestanlı merkezli Cebel kazası varmış. Fakat bunların bugünkü Cebel ile doğrudan bir bağlantısı bulunmamaktadır. Köy olarak gelişen Şeyhcuma/Cebel, idarî yapılanmalar sonucu Osmanlı’nın son dönemlerinde Edirne vilâyeti Gümülcine kazası Şeyhcuma nahiyesinin merkezi olmuştur.
Bazı kaynaklarda Şeyh olarak da ismi geçen Şeyhcuma’nın önemli bir merkez hâline gelmesinin sebeplerinden biri, Cuma namazı kılınan bir merkez olmasıdır. Bu fonksiyonu en iyi bir şekilde icra etmesinin sebebi ise bugüne kadar dimdik ayakta olan ihtişamlı camisidir.
Bu cami, Cebel gibi küçük bir yerleşim yeri için son derece ihtişamlıdır. Daha önce de orada başka cami varmış, ancak ya yıkılmış, ya da eskimiştir.
“Lâ ilâle illâllah, Muhammedün rasûlüllah.
Sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât
Süleyman Ağa rızâen lillâh.
Sene 1219”
Günümüze ulaşan cami girişinde bulunan dört satırlık kitabeden kurucusunun Süleyman Ağa olduğu anlaşılmaktadır. İsmi geçen bu kişi ise o sıralarda Şeyhcuma’nın da dahil olduğu Gümülcine sancağını yöneten meşhur Tokatçıklı Süleyman Ağadır.
Tokatçık (Tokaçka) köyünden olduğu varsayılan bu zat, eşkiyalık yaparken Gümülcine Ayanı Mestan Ağanın kanatları altında palazlanarak hâmîsinin talebiyle Sultanyeri ayanlığına getirilmiştir. 10 senelik bir zaman zarfında Sultanyeri ve Gümülcine ayanı olan Tokatçıklı Süleyman Ağa, önceleri ayaklanan derebeylerine karşı devleti müdafaa etmiş, sonraları ise şımararak Bâb-ı Âlîye kafa tutmaya başlamıştır. Dağlı ve Kırcalı isyanları olarak bilinen Osmanlı’yı sarsan derebeyi ve eşkiyalık olaylarının yaşandığı dönemde Sultan III. Selim ve Nizam-ı Cedide karşı aykalanan Süleyman Ağanın yok edilmesi için karar verilmiştir. Her taraftan önü kesilmeye başlanmış ve Koca Balkan’da baskınlar yapıp kuzeye kaçmaya çalışırken başka bir babayiğit olan Rusçuk Ayanı Tirseniklioğlu İsmail Ağa tarafından adamları katledilmiştir, kendisi ise yakalanarak Kasım 1804’te kellesi alınıp III. Selim’e gönderilmiştir. Bu olay, ayaklanan diğer Rumeli ayan ve derebeylerinin de sonunu işaret etmiştir.
Paylaşmış olduğumuz kitabe metninden anlaşıldığı üzere cami, 1219/1804-1805 senesinde, Süleyman Ağanın vefatına yakın bir zamanda, hatta belki de vefatı sıralarında tamamlanmıştır. Ancak şunu da belirmeliyiz ki, sağ duvarındaki bir pencerenin hemen üstünde, dış tarafta bulunan ve 30-40 yıl önce K. Venedikova tarafından çekilip bazı art niyetli yorumları da içeren makalesinde yayınlanan bir kitabede “Maşâllah, sene 1218” yazısı okunmaktadır. Fakat caminin bu yıl içerisinde tamamlanan restorasyonundan son görüp resme çektiğimiz aynı kitabede “Maşallah, sene 1215” yazılıdır. Bu konu üzerinde daha detaylı araştırmayı gerektiren bir husutur. Burada sadece not düşmek istedik.
Süleyman Ağa Camisi, hem tarihi hem mimarisi hem de tezyinatı bakımından büyük önem taşımaktadır. Değişik dönemlerde bazı tamirler yapılan cami, 2017-2018 yıllarında Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursalı hayırseverlerce tamamen restore edilmiştir.
Yaklaşık 2500 m2 alana kurulan külliyedeki cami diktörtgen planlı camiye sahip olup son cemaat mahalli de içinde kalacak şekilde yapılmıştır. Ön ve arka duvarlarının uzunluğu neredeyse sağ ve sol duvarların yarısı kadardır. Moloz taşından yapılmış ve aralarına ahşap hatıllar konmuş duvarlar bir metre dolayında kalın olup üzerlerine oturtulan kırma çatısı var. Çatının iç kısmı yani özgün bir yapıya sahip ahşap tavanı, ilginç bir tarzda mihrabın iki tarafına gelecek şekilde geriye doğru harimin ortasında iki sıra hâlinde karşılıklı dizilmiş yedişer ahşap sütunun çok güzel oyulmuş sütun başlığı ve ahşap payandalar üzerine oturtulmuştur.
Caminin mihrabı geniş kavsara türünden olan üst kısmında dişi andıran kabartmalı süslemeleri vardır. Kısa bir zaman önce çinilerle süslenen mihrabın yazı ve nakışları restorasyonda iade edilip isabetli bir şekilde çinileri kaldırılmıştır. 30-35 kişiyi alacak 16 saftan oluşan caminin harimine mütenasip bir şekilde yerleştirilen 11 basamaklı minberi taş ve ahşap, kürsüsü de ahşaptır. Minberin köşkü ahşap olup diğer ahşap işlemeleriyle beraber orjinaldir, oymaları barok etkisindedir. Minberin giriş sütunlarından birinde feneri andıran ahşap süs bulunmaktadır.
Uzun yapılı harimin son kısmından başlayıp son cemaat mahallini de altına alan öne doğru uzatılmış iki kanatlı mahfili camiyi daha verimli kullanma imkânı vermektedir. Mahfil, daha önce sözü geçen ahşap sütunların son üçünü yararak yapılmış, ayrca ana sütunların arasında dört sütun daha bulunmaktadır. Mahfile kapıdan girilince sol tarafta bulunan merdivenden çıkılmaktadır. Ahşap korkulukları iyi işlenmiştir.
Minaresi geleneksel olarak yapılmış ve caminin sağ tarafının son kısmında bulunmaktadır. Endamlı minarenin tek şerefelidir. Kaidesi kesme taşlarla yapılmıştır.
Cami girişi, çatı altında bir çardak gibi tasarlanmış olup ahşap tavanı 10 ahşap sütun üzerine kurulmuştur. Camiye üstü taş kemerli ahşap kapıdan girilmektedir. Kapının iki tarafında birer nakışlı mihrapçık bulunmaktadır. Son cemaat mahallinde iki duvarda sonradan pencereden dönüştürülmüş birer kapı daha var. Caminin ışık alması için iki sırada toplam 19 penceresi var. Alttaki pencereler büyük, üsttekiler ise küçüktür. Üstleri kemerlidir. Bunlardan başka ilk safların üstünde bulunan daha düşük tavana iki pencere yapılmış; ikisinin arasına da “Kâne Mâşâllah” yazılı ibrik süsü nakşedilmiştir ki, güzellik, temizlik ve ibadeti çağrıştırmaktadır. Tavanın bu kısmında ahşap üzerine nakış yapılmış, caminin ortasında da tavana güneşi andıran nakışlar yapılmıştır. Cami tamamen güzel renklerle ve sade nakışlarla bezenmiş olup levha levha bölünmüş çiçek motfilerin yer aldığı nakışları da vardır.
Caminin avlusu geniş olarak tasarlanmış, yerleri taş ile döşeli, duvarları da taştan örülmüş olup otantik ve güzel bir görünüme sahiptir.
Beş vakite açık olup düzenli cemaati olan camide imam Alper Hoca öncülüğünde Cuma günlerinde 400-500 kişi ibadet etmektedir.

Salih Deliorman Araştırmacı

Коментари

Популярни публикации от този блог

Selvi Boylu Minaresiyle Servi (Sevlievo) ÇOBANOĞLU CAMİSİ

Selvi Boylu Minares iyle  Servi (Sevlievo) Kasabası  ÇOBANOĞLU CAMİSİ “Selvi... Karşıdan görünen sevimli minareleri... Türklerden kalma saat kulesi, köprüsü, hükûmet konağı ile bir Türke daha mûnis, daha muhabbetli gibi görünüyor.” Sözleriyle başlıyor 1923 senesinde “Deliorman” gazetesinde yayınlanan “Razgrad’dan Plevne’ye” başlıklı yazı. Devamında kasabadaki Sultan Abdülaziz devrine ait görkemli taş köprüden, Selim Paşa hayrâtı olan çeşmelerden, 1193/1779-1780’de yapılan saat kulesinden, dört sınıflı Türk mektebinden ve gayretli müftüsü Hâfız Sâbit Efendiden söz ediyor... Aslında Servi/Selvi (Sevlievo) kasabası Koca Balkan’ın hemen hemen eteklerinde bulunan bir Türk yerleşim yeridir. 922/1516 yılından kısa bir zaman önce Türklerin iskân edilmesiyle kurulmuştur. Tabiî, civarda başka Türk köyleri de kurulmuş; Akıncılar, Malkoçlu, Ali Fakih, Çadırlı, Ulûfeci gibi isimler tamamen Türklük, fetih, evlâd-ı fâtihân kokuyor. 1516 yılında 18 hanelik yeni bir Türk yerleşim yeri ...

ADIMIZ....

ADIMIZ...   Geçenlerde bir arkadaşla konuşurken “Gene mi bu ad değiştirme meselesi? Bıraksak bir tarafa bu konuyu...” dedi. Ve kendince haklıydı, çünkü kırk yıllık bir yarayı kaşımak, bu olayları yaşayanları karanlık günlere çeviriyor, nâhoş duygulara sebep oluyordu. Kendisini dinledim... Fakat kendimi de haklı görerek “Unutmamalıyız!” diye cevap verdim ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in sözünü hatırlattım: “ Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır! ” Siz de şöyle itiraz edebilirsiniz... “Unutmayalım, ama Aliya soykırımdan söz ediyor” diyebilirsiniz... Pek tabiî, bilge adamın soykırım dediğinin farkındayım. Ama bizim adlarımız uğruna yaşadıklarımız da bir nevi soykırım değil mi? Söyleyeceklerimi düşünün biraz... Ve bakmayın siz birilerinin “Soyadönüş Süreci” demesine... Bizim bazı yaşlılarımız o süslü ifadeyi kullanamadığı ya da bilinçli olarak kullanmadığı için onun yerine doğrudan “soykırım” dediğini defalarca duydum. Kaldı ki, Bulgarista...

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi: MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN (1897-1973) Bulgaristan Türklerinin kültürel hayatında önemli bir yeri olan Mahmud Necmeddin (Deliorman), ömrünü gazetecilikle geçiren biri olmakla beraber siyasî ve toplumsal faaliyetlerde de bulunan bir şahsiyettir. Görüş ve çalışmaları sebebiyle Bulgaristan’da yaşadığı dönemde farklı tartışmalar içerisinde yer almış aydının kişiliği, eserleri ve fikirlerinin tanınması, Bulgaristan Müslümanları tarihinin daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir.  Mahmut Necmeddin, 1897/1898 yılında Razgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hâfızoğulları sülâlesinden Ahmed Ağanın oğlu saraç Salih Efendi, annesi ise Kırımlı Hacı Hasan kızı Ayşe Hanımdır. İlk ve orta (rüşdiye) eğtimini doğduğu şehirde alan Mahmut Necmeddin, Balkan Savaşları sonrasında 16 yaşındayken Sofya’ya gitmiş ve orada Türkçe yayınlanan “Tunca”, “Resimli Türk Sadası” ve “Türk Sadası” gazetelerinde stajyer olarak çalışarak haber toplamış, te...