Пропускане към основното съдържание

TARİHÎ LOFÇA’NIN GARİP CAMİSİ


TARİHÎ LOFÇA’NIN GARİP CAMİSİ


Lofça şerhi Bulgaristan’ın küçük il merkezlerinden biri olup Koca Balkan’ın kuzeyinde Bulgaristan’ın merkezine yakın bir konumda bulunmaktadır. Eskilere uzanan tarihe sahip şehir, asıl kimliğini XIV. asırda Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle kazanmıştır. Dağ ve kayalıklara yaslanmış ve kaleyle koruma altına alınmış yerleşim yerinin Osmanlılar tarafından fethi Yıldırım Bayezid döneminde olmuştur. Ancak belirli bir dönem şehre saldırılar devam etmiş, özellikle haçlı orduları epey hasar vermiştir. Strateş (Sıra-ateş/Sıra-taş) olarak isimlendiren mevki yakınlarında büyük cenkler olmuştur. O yüzden orada şehitlik varmış, oraya yakın tepelerden biri de Sinan Tepe’dir, rivayete göre, komutan Sinan Paşa orada şehit düşmüştür. Şehir, Osmanlı döneminde önce Niğbolu, daha sonra da Tırnova sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. Osmanlılar şehri fetheder etmez imar etmeye başlamışlar ve asıl gelişimi o dönemde olmuştur. Atılan temeller, daha sonraki gelişmelere de esas teşkil etmiştir.
Tuna’ya dökülen Osma (Osım) Nehri etrafında gelişen şehrin Evliya Çelebi’nin ziyaretinde 20 mahallesi vardır ki, 4 ‘ü Hristiyan, 1’i Yahudi, 1’i Kıpti, diğerleri de Müslümandır. Kayıtlarda ismi geçen bu mahallelerin bir kısmı şunlardır: Kâtip Veliyüddin, Mehmed Çavuş, Abdurrahman, Diksan, Çıngar, Mustafa ve Varoş. Ziyareti sırasında kasabada 10 kadar minare gördüğünü ifade eden F. Kanitz’in verdiği bilgilere göre, 1870 yılında Lofça’da 36 toptancı dükkân, 603 dükkân/işyeri, 14 han, 33 kahvehane, 2 hamam, 1 saat kulesi, 1 rüşdiye okulu, 10 ilkokul, 3 medrese ve 20 cami ve mescit varmış. Şehri ziyaret eden Evliya Çelebi ise XVII. asırda  30 mihraplı bir şehirden bahsetmiş ve bunların sadece yedisinin cami, diğerlerinin ise mahalle mescidi olduğunu belirtmiştir. Yine 1840 yılında bir Tanzimat müfettişi oalarak Lofça’ya uğrayan Arif Hikmet Beyefendi 13 camiyi ismen zikretmiştir: Hünkâr Camisi, Orta Cami, Ada Camisi, Köprü Camisi, Bayraklı Cami, Medrese Camisi, Yalı Camisi, Bozluk Camisi, Matlapçı Hüseyin Ağa Camisi, Mehmed Çavuş Camisi, Abdullah Ağa Camisi, Hacı Eyüp Ağa Camisi ve Varoş’ta Abacı Camisi. Bunlardan başka farklı kaynaklarda farklı cami isimleri geçmektedir. E. H. Ayverdi sayılarını daha fazla göstermektedir, ancak bunların bir kısmı farklı isimle anılan aynı camilerdir.
1960’larda yıkılan şehir merkezindeki camiden sonra sayılan camilerden sadece birisi kalmıştır: Varoş’ta Deli Hamam’ın yakınındaki mütevazı cami. Bu caminin saydıklarımızdan hangisi olduğu ihtilâflıdır. M. Kiel, Hünkâr Camisi olduğunu, cami girişindeki kitabeden hareketle bazı araştırmacılar ise Matlapçı Hüseyin Ağa Camisi olduğunu söylemektedir. Ancak yapmış olduğumuz araştırmalar sonucunda bu caminin her ikisi de olmadığı kanaatine vardık. Zira Bayezid veya Fatih’e izafe edilen Hünkâr Camisi gibi medresesi de olan bu mabedin Varoş mahallesinde ve böyle ufarak olması pek uygun görünmemektedir. Kitabeden hareketle ortaya atılan iddianın doğruluğu da ciddi sorunlar taşımaktadır. Zira kitabesi bugüne gelen tek camide bulunan Hacı Hüseyin’in yaptırdığı caminin başka mahallede olduğu yönende güçlü deliller bulunmaktadır. Kaldı ki, A. Hikmet, Varoş’ta bir cami bulunduğunu, adının da Abacı Camisi olduğunu bildirmiş, ilâveten orada Cuma namazı kılınmadığı notunu düşmüştür. Lofça tarihini ele alan A. İşirkov da bu görüşü doğrulayacak bilgi paylaşımında bulunmuştur.
Velhâsıl, bugün Lofça’nın Varoş mahallesinde nehir kenarında bulunan camimiz büyük bir ihtimalle Abacı Camisidir. Girişinde buluna kitabe, halk arasında dolaşan rivayetlere göre, merkezde yıkılan camiden getirilmiştir. Eskiden Cuma namazı kılınmayan bir mescit olan bu eser, zamanla şehirde başka cami kalmadığı için camiye dönüştürülmüştür. Komünizm döneminde işyeri olarak da kullanılan cami tairihi bir eser olma özelliğini günümüze kadar korumuştur.
Diktörtgen planlı olup yaklaşık 12x17 metre alana sahip olan Lofça Camisi, içeriden duvarla bölünerek üç bölüme ayrılmıştır: ibadet mahalli, orada bir kapıyla geçilen son cemaat mahalli olabilecek bir depo ve ibadet mahallinin sol kısmında bir kapıdan geçilen iki oda var. Bu odalar, imam odası ve abdest alma yeri olarak kullanılmaktadır.
Basitçe duvarda oluşturulmuş bir mihrabı bulunan caminin sonradan yapılmış ahşap bir minberi sağ duvara yaslanmış vaziyettedir. Moloz taşları ve aralarında kırmızı tuğlalar kullanılmak suretiyle duvarları almaşık kuruculuk tekniğiyle yapılmıştır ki, bu zamanla sıvanan giriş kısmındaki duvar haricindeki üç duvardan açıkça görülmektedir.
Kiremitle örtülü kırma çatılı caminin tavanı ahşap çatkılıdır. Caminin duvarları orjinalliğini korumuş olup moloz taşları ve aralarında kırmızı tuğlalar kullanılmak suretiyle almaşık tekniğiyle yapılmıştır. Zamanla sıvanan giriş kısmındaki duvar haricindeki üç duvar camiye dışarıdan otantik bir görünüm kazandırmaktadır. Ayrıca caminin çift sırada yer alan toplam sekiz penceresinin alt sırada bulunan iki penceresi sivriltilmiş kemerlere sahiptir. Kıble duvarında yer alan bir pencerenin zamanla kapatıldığı anlaşılmaktadır.
Girişinde ve ön cephesinde küçük haremi bulunan cami ciddî anlamda restorasyona ihtiyaç duymaktadır. Yıllarca beş vakit namazda kapalı olan cami sadece bayram namazlarında hizmet vermiştir. Ancak son birkaç yıldır Üstüreçli İbrahim Hoca tarafından Cuma namazlarına da açılmakta ve 8-10 kişilik cemaat toplanmaktadır.

Salih Deliorman Araştırmacı

Bu yazı, "Müslümanlar" dergisinden alıntıdır. Sayı 8/2018.

Коментари

Популярни публикации от този блог

Selvi Boylu Minaresiyle Servi (Sevlievo) ÇOBANOĞLU CAMİSİ

Selvi Boylu Minares iyle  Servi (Sevlievo) Kasabası  ÇOBANOĞLU CAMİSİ “Selvi... Karşıdan görünen sevimli minareleri... Türklerden kalma saat kulesi, köprüsü, hükûmet konağı ile bir Türke daha mûnis, daha muhabbetli gibi görünüyor.” Sözleriyle başlıyor 1923 senesinde “Deliorman” gazetesinde yayınlanan “Razgrad’dan Plevne’ye” başlıklı yazı. Devamında kasabadaki Sultan Abdülaziz devrine ait görkemli taş köprüden, Selim Paşa hayrâtı olan çeşmelerden, 1193/1779-1780’de yapılan saat kulesinden, dört sınıflı Türk mektebinden ve gayretli müftüsü Hâfız Sâbit Efendiden söz ediyor... Aslında Servi/Selvi (Sevlievo) kasabası Koca Balkan’ın hemen hemen eteklerinde bulunan bir Türk yerleşim yeridir. 922/1516 yılından kısa bir zaman önce Türklerin iskân edilmesiyle kurulmuştur. Tabiî, civarda başka Türk köyleri de kurulmuş; Akıncılar, Malkoçlu, Ali Fakih, Çadırlı, Ulûfeci gibi isimler tamamen Türklük, fetih, evlâd-ı fâtihân kokuyor. 1516 yılında 18 hanelik yeni bir Türk yerleşim yeri ...

ADIMIZ....

ADIMIZ...   Geçenlerde bir arkadaşla konuşurken “Gene mi bu ad değiştirme meselesi? Bıraksak bir tarafa bu konuyu...” dedi. Ve kendince haklıydı, çünkü kırk yıllık bir yarayı kaşımak, bu olayları yaşayanları karanlık günlere çeviriyor, nâhoş duygulara sebep oluyordu. Kendisini dinledim... Fakat kendimi de haklı görerek “Unutmamalıyız!” diye cevap verdim ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in sözünü hatırlattım: “ Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır! ” Siz de şöyle itiraz edebilirsiniz... “Unutmayalım, ama Aliya soykırımdan söz ediyor” diyebilirsiniz... Pek tabiî, bilge adamın soykırım dediğinin farkındayım. Ama bizim adlarımız uğruna yaşadıklarımız da bir nevi soykırım değil mi? Söyleyeceklerimi düşünün biraz... Ve bakmayın siz birilerinin “Soyadönüş Süreci” demesine... Bizim bazı yaşlılarımız o süslü ifadeyi kullanamadığı ya da bilinçli olarak kullanmadığı için onun yerine doğrudan “soykırım” dediğini defalarca duydum. Kaldı ki, Bulgarista...

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi: MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN (1897-1973) Bulgaristan Türklerinin kültürel hayatında önemli bir yeri olan Mahmud Necmeddin (Deliorman), ömrünü gazetecilikle geçiren biri olmakla beraber siyasî ve toplumsal faaliyetlerde de bulunan bir şahsiyettir. Görüş ve çalışmaları sebebiyle Bulgaristan’da yaşadığı dönemde farklı tartışmalar içerisinde yer almış aydının kişiliği, eserleri ve fikirlerinin tanınması, Bulgaristan Müslümanları tarihinin daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir.  Mahmut Necmeddin, 1897/1898 yılında Razgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hâfızoğulları sülâlesinden Ahmed Ağanın oğlu saraç Salih Efendi, annesi ise Kırımlı Hacı Hasan kızı Ayşe Hanımdır. İlk ve orta (rüşdiye) eğtimini doğduğu şehirde alan Mahmut Necmeddin, Balkan Savaşları sonrasında 16 yaşındayken Sofya’ya gitmiş ve orada Türkçe yayınlanan “Tunca”, “Resimli Türk Sadası” ve “Türk Sadası” gazetelerinde stajyer olarak çalışarak haber toplamış, te...