Пропускане към основното съдържание

LİVERPOOL’DA DÖRT GÜN ÜÇ GECE



Yolculuk, yepyeni bir dünyaya gözlerinizi ve zihninizi açar. Aynı zamanda diğer insanların gözünden ve bakış açısından dünyayı görmemizi sağlar. En önemlisi de diğer kültürlere ve insanlarla tanışıklığımızı artırır. Bu düşünceyle Nisan sonu ve Mayıs başında İngiltere’ye kısa bir seyahatim oldu. Amacım Liverpool (Livırpul) şehrini gezip görmekti.
Bu yolculuk benim için pek çok yeniliklerle tanışma vesilesiydi. Batı’ya ilk yolculuğumdu… Seyahatim uçakla olduğu için ilk kez uçağa binip bulutlara karıştım. Uçakla seyahat bambaşka bir duygu. Trenle kıyasladığımızda ikisinin de ayrı güzellikleri var, ama uçağın heyecanı başka. Bulutların arasından yeryüzünü seyretmek bir hayli heyecan verici ve düşündürücü oluyor.
Nisan ayının son Cumartesi günü Sofya’dan bindiğimiz uçakla doğrudan Liverpool’a uçuyoruz. Derin düşüncelere dalıyorum… Gelmiştik bile! Üç buçuk saat nedir ki?!
Liverpool Kuzeybatı İngiltere’de bulunan bir liman şehri. Mursey (Mırsi) Nehrinin İrlanda Denizine döküldüğü haliçte bulunan bir şehirdir. Tarihî dokuya sahip şehri dile getirdiğimizde bir sürü özelliği aklımıza gelebilir. Örneğin; Liverpool futbol takımı bunların başında geliyor. Şehrin döner dolabı bir ara dünyanın en büyük döner dolabı imiş. Aldığım bilgilere göre, şu anda en büyük dördüncü dolap vaziyetindedir. Şehrin nüfusu 465.700 aşmış durumdadır. İlginç tarafı ise bu nüfusun yarısından fazlası Müslüman!
Medine-i Liverpool’a geldiğimizde sanki bambaşka bir dünyaya gelmiştik; bütün evler bir renkte, aynı yükseklikte ve genişlikte, çok düzenli bir yapıda idi. Aman Allah’ım, o da ne? Karşımızda bir mescit var! İngiltere’nin en gelişmiş şehrilerinden birinde camiyi pek beklemiyordum, ama dahası da var, bu şehirde yaklaşık 40 cami ve mescit varmış. Bundan da öte mescitlerin her biri dolu vaziyette, hem de beş vakitte... Bu kadar da değil, Müslümanların birçoğu beş vaktini değerlendiriyor, camiye gidiyor, orada Kur’ân okuyor, hadis ezberliyor, sohbetlere katılıyor, öğrendiklerini de paylaşıyorlar. İslâmî ve kültürel anlamda bir sürü etkinlik düzenleniyor. Rabbime şükürler olsun ki, biz de sohbetlre katılma imkânı bulduk. Sohbeti yapan Nijeryalı bir âlim; Kur’ân ve sünnete çok dikkat eden biri değerli ilim adamı. Liverpool ziyaretimiz devam ederken bir doktoru evinde ziyaret ediyoruz. Kendisi Sudan’dan buraya gelip yerleşen biri, tabiî ailesiyle beraber. Adam tıp doktoru, amma dinî bilgileri de alâ. Oğlu da onun gibi.
Liverpool’da İslâmî hayatın temellerini Osmanlı, özellikle de Sultan Abdülhamd ile çok yakın temasları olan Abdullah Quilliam atmış. Münevver bir kişi olup 1880’li yıllarda İslâm’ı kabul eden bu zat, birçok İngiliz’in İslâm ile tanışmasına vesile olmuş. O, İngiltere’de ilk İslâm merkezini, mescidi kuran kişidir. Onun etkisiyle başlatılan çalışmalar bugün hızla devam etmektedir. Bugün ibadethanesi, eğitim merkezi, yurdu ile bir külliye olarak Liverpool’da onun adını taşıyan İslâm merkezi hizmet vermektedir
Şehri dolaşırken dikkatimi çeken bir şeyi de sizlerle paylaşmak isterim: Dolaştığım yerlerde lokantalara bakıyordum ve neredeyse bir İngiliz mutfağına rastlamadım. Hepsi Müslümanlar yemekleri sunuyor, Müslüman devletlerinden getirilmiş bir sürü gıda satılıyor.
Bu arada küçük bir kaçamak yaparak ziyaretimizin ikinci gününde Liverpool’dan ayrılıp Manchester’i ziyaret ediyoruz. Bu şehir, İngiltere’nin merkezi ve Birleşik Krallığın başkenti olan Londra’nın kuzeybatısında bulunuyor ve Londra'ya en kısa karayolu ile uzaklığı 257 km. Manchester’a vardığımızda vakit akşamdı. Namazı Merkez Cami’de kıldık. Cami öyle ufacık bir mescit değil, tam üç minaresi var.

Elhamdulillah, üçüncü gündeyiz. Liverpool’u tanımaya devam ediyoruz. Bir hayvanat bahçesini ziyaret ediyoruz: Knowsley Saffari. Orada gördüğümüz manzaralar çok enteresandı. Hayvanları görmek için arabayla dolaşmamız gerekiyor. Arabasız izin verilmiyor, çünkü hayvanlar serbest geziyor ve size dokunma mesafesinde yaklaşıyorlar. Orada arslanlar, maymunlar gibi pekçok hayvanı yakından gördük. Meselâ, arslan 4-5 santimetre yakınımıza geldi ve istediği gibi serbest gezebiliyordu. Biz arabada olduğumuz için sıkıntı olmuyordu. Safarimizi tamamlarken namaz kılmak için bir yer arıyorduk ve bir İngiliz görevlisine sorduk. Adam bize ağacın yanında bir yeri gösterdi. Gidip orada namazımızı eda ettik. İlginç olan ise adamlar bunu anlayışla karşılıyor... Şunu da belirteyim, orada topluma açık her yerde namaz kılınabilecek mescitler var; kütüphanede, okulda, hastanede vs. İsteyen dinini yaşıyor, kimse kimseye karışmıyor.
Bütün bu güzelliklere şahit olurken bizim gezimiz de son güne gelmişti. Son günümüzde Liverpool’a has bir müzeyi görmeden edemezdik: Titanik Müzesi. Bildiğimiz gibi, Titanik bir gemiydi, öyle bir gemi ki, hâşâ, “Tanrı bile batıramaz!” denmişti. Ama ne yazık ki, 1912 yılında daha ilk seferinde Titanik batmıştı. Meşhur Titanik filmine konu oldu bu olay. İşte bu geminin hikâyesini anlatıyor Titanik Müzesi. Onu ziyaret ediyor, yaşananları ibretle izliyoruz. Müzede sergilenenler gerçekten çok güzel yaılmış. Yeri gelmişken paylaşayım, müzede Müslümanlar için bir küçük mescit yapmışlar, sübhânallah! Orada da namazımızı eda etmek nasip oldu!
Burada paylaşmaya çalıştığım çok enteresan ve dopdolu bir şekilde geçen dört günden birkaç epizot, şükürler olsun! En fazla dikkatimi çeken, oradaki Müslümanların dinlerini kat kat daha iyi yaşıyor olmalarıdır. Bulgaristan Müslümanları olarak bizler de bu konuda çok gayret göstermeliyiz. Gelin hep beraber bu kutlu yola çıkalım. Ne dersiniz? Bunun için de Peygamberimizin bir hadis-i şeriflerinde buyurduğuna dikkat edelim: “Birbirinize sırt çevirmeyiniz. Birbirinize kin tutmayınız. Birbirinizi kıskanmayınız. Birbirinizle dostluğunuzu kesmeyiniz. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz.”
Kur’ân’dan ve sünnetten ayrılmama dileğiyle...

                              
Musab Sabri 
Şumnu Nüvvâb İHL Öğrencisi

Коментари

Популярни публикации от този блог

Selvi Boylu Minaresiyle Servi (Sevlievo) ÇOBANOĞLU CAMİSİ

Selvi Boylu Minares iyle  Servi (Sevlievo) Kasabası  ÇOBANOĞLU CAMİSİ “Selvi... Karşıdan görünen sevimli minareleri... Türklerden kalma saat kulesi, köprüsü, hükûmet konağı ile bir Türke daha mûnis, daha muhabbetli gibi görünüyor.” Sözleriyle başlıyor 1923 senesinde “Deliorman” gazetesinde yayınlanan “Razgrad’dan Plevne’ye” başlıklı yazı. Devamında kasabadaki Sultan Abdülaziz devrine ait görkemli taş köprüden, Selim Paşa hayrâtı olan çeşmelerden, 1193/1779-1780’de yapılan saat kulesinden, dört sınıflı Türk mektebinden ve gayretli müftüsü Hâfız Sâbit Efendiden söz ediyor... Aslında Servi/Selvi (Sevlievo) kasabası Koca Balkan’ın hemen hemen eteklerinde bulunan bir Türk yerleşim yeridir. 922/1516 yılından kısa bir zaman önce Türklerin iskân edilmesiyle kurulmuştur. Tabiî, civarda başka Türk köyleri de kurulmuş; Akıncılar, Malkoçlu, Ali Fakih, Çadırlı, Ulûfeci gibi isimler tamamen Türklük, fetih, evlâd-ı fâtihân kokuyor. 1516 yılında 18 hanelik yeni bir Türk yerleşim yeri olan Niğb

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi: MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN (1897-1973) Bulgaristan Türklerinin kültürel hayatında önemli bir yeri olan Mahmud Necmeddin (Deliorman), ömrünü gazetecilikle geçiren biri olmakla beraber siyasî ve toplumsal faaliyetlerde de bulunan bir şahsiyettir. Görüş ve çalışmaları sebebiyle Bulgaristan’da yaşadığı dönemde farklı tartışmalar içerisinde yer almış aydının kişiliği, eserleri ve fikirlerinin tanınması, Bulgaristan Müslümanları tarihinin daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir.  Mahmut Necmeddin, 1897/1898 yılında Razgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hâfızoğulları sülâlesinden Ahmed Ağanın oğlu saraç Salih Efendi, annesi ise Kırımlı Hacı Hasan kızı Ayşe Hanımdır. İlk ve orta (rüşdiye) eğtimini doğduğu şehirde alan Mahmut Necmeddin, Balkan Savaşları sonrasında 16 yaşındayken Sofya’ya gitmiş ve orada Türkçe yayınlanan “Tunca”, “Resimli Türk Sadası” ve “Türk Sadası” gazetelerinde stajyer olarak çalışarak haber toplamış, tercüm

HASKÖY'DEKİ TARİHÎ ESKİ CAMİMİZ

Hasköy’de Bulunan Adı Üstüne ESKİ CAMİ Bulgaristan’ın güney kısmında bulunan Rodop dağlarının kuzey eteklerinde, Trakya ovasında bulunan Hasköy (Haskovo) şehri, Osmanlı üst düzey devlet yöneticilerinden birinin hası olarak küçük bir yerden büyük bir şehre dönüşmüştür. Edirne’nin fethi ile aynı yıllarda Osmanlı ordusu tarafından fethedilen Çirmen sancağı kapsamındaki yerleşim yerlerinden biridir. Osmanlı idaresinin son yıllarına kadar meşhur panayır yeri Uzunca-âbâd (Uzuncaova)’ya izafeten Uzunca-âbâd-ı Hasköy olarak bilinen yerleşim yeri, bir kaza merkezi olarak önceleri Çirmen ve Silistre sancaklarına, daha sonra da Filibe sancağına bağlanmıştır. Hasköy’ün tam fetih tarihi net olmamakla birlikte 1360’lı yıllarda olduğu tahmin edilmektedir. Bu yöreler, Sultan I. Murad döneminde Saruca Paşa tarafından fethedilmiştir. Bölgenin fethinden sonra bir taraftan imar edilen, diğer taraftan da Anadolu’dan getirilen Türklerle iskân edilen yerleşim yerleri arasında Hasköy de bulunmak