Пропускане към основното съдържание

NE MUTLU SANA EY ÂLÎ-NEJÂD MİLLET!...


Bugün cihânın taht-ı tasdîkinde (doğrulanan), ve yaşamakta olan bir hakîkat var ise, o da seciye, mâzî sâhibi bir milletin kolay kolay öldürülemeyeceğidir. Son zamânda bu hakîkatin timsâl-i zî-hayâtı (canlı örneği) nâmuslu Türkler oldu. Bugün Türküm diyen her ferd-i millet öldüğüne, ezildiğine gam yemez, zîrâ târihin cihân için musîbetler saçan bir devrinde, en medîd ve kahhâr felâketlerle ezildiği hâlde Türkün nâm u nâmûsu bir daha yükseldi. Bir derecede ki mâzîsinin celâl-i şân ü rifatiyle müvâzenet peydâ eyleyen (şan ve yükselişinin büyüklüğü ile denge meydana getiren) manevî bir kuvvet şeklinde cihâna misâl-i ibret oldu. Bilâ-istisnâ herkes, muvâfık, muhâlif, “Âferîn Türklere!” diyorlar. Asya’nın ve Trakya’nın göbeğinde bir avuç Türk, bütün dünyâyı meşgûl etmekte, bütün Avrupa’yı düşündürmektedir.
Diğer mağlûplar gibi Türklere de birtakım ağır sulh şerâiti teklif ediliyor. Fakat şerâit-i sulhiyenin (barış şartlarının) kabûlü yerine bu bir avuç millet nâmusla ölmeyi tercih etmiş, silâhı elinde ayakta duruyor, Türk yurduna, Türk Asyasına, nihâyet yurduna ayak basmak isteyen düşmanlarına karşı yaralı cesedini siper ediyor. Bu yaralı ceset bugün Asya hudutlarında, Avrupa kapılarında öyle âhenîn (sapasağlam) bir kale vücûda getirmiş ki gâlip ve muzaffer üç büyük devlet bu kaleyi kırmaktan ihtirâz eyliyorlar. Şu zamânda bütün bir Avrupa ve Asya’ya hâkim olmak, Bizans İmparatorluğunu ihyâ eylmek hevesine düşen Yunanistan’a sana lâzımsa buyur, al diyorlar.
Yunanistan’a Asya’ya buyur, istediğini yap diyorlar, oraya sevk edilecek ordularla leşkerin (askerin) neye uğrayacağını, Şarkta için için yanan yangınların alevleri cihânı yakacak musîbetlere yol açacağını bilenlerdir. Onlar hesapsız hareket etmezler. Onun için ki evvel ü âhir tavşana kaç tazıya tut derler...
Birkaç günden beri Anadolu harekât-ı milliyesinin İstanbul kıyılarına dayanan feverânı (su taşması), nihâyet İzmir, Bandırma tarafından akın yapmaya teşebbüs eden Yunan kuvâ-yı munazzamesini (düzenli askerî güçlerini) perîşân eylediğini gelen haberler te’yîde başladı. Bu haberleri işiden Türkler değil, her vatanperver Bulgar vatandaş dahî bir hiss-i takdîrle “Âferîn Türklere!” demekten kendini alamıyor.
Bilmem dikkat ediliyor mu? Bugünler Bulgar efkâr-ı umûmiyesinde (kamuoyunda) Türklere karşı ne kadar kalbî bir hürmet mütezâhirdir (gösterilmiştir)? Azıcık hiss-i vatanî ve millî taşıyan her Bulgar, Türklerin, bu altı asırlık komşusunun müdâfaa-i namus ve hayâtını yürekten takdîre başlamıştır. Bu, zamânın, târihin ihsân eylediği bir inkılâb-ı târihîdir. Asırların keşf ü takdîr eylemediği bir nice hakâyık, bazan olmayacak ve nâgehânî (ansız) birtakım vakâyiin hulûlüyle (olayların gerçekleşmesiyle) tezâhür ediverir de cihân hayrette kalır. Türklerdeki seciye-i târihî, işte bugünün târih-i felâketinde aynı tecellîye mazhar olmuştur.
Türkler bugün en felâket-zede bir millettir. Fakat emîn olalım ki onlar nâmûs-ı istiklâllerini asıl bugün, bugünden sonra te’mîne muvaffak olmuş, kendilerini cihâna bir daha tanıtmış oluyorlar. Bundan sekiz sene, on sene evvel Türk, hürriyetini ilân etti dediler, hakk-ı istiklâli için on seneden beri, hele şu son devre-i idbâr (talihsiz dönem) içinde onun nasıl civân-merdâne dövüştüğünü görenler, hayret ü takdîrden kendilerini alamıyorlar.
Vaktiyle Roma kapılarına kadar muzafferen dayanan Kartacalı Anibal, bütün Roma memâlikini istîlâ eylediği hâlde nefs-i Roma’ya hücûm edememiş, mâzîli bir milletin son derece-i ye’sine yürümekten korkarım, demiş idi. Bugün üç büyük devlet, koca bir İngiltere, Fransa, İtalya aynı hakîkati nisyânı şâyân-ı hayrettir. O Türkler ki târihte en büyük adamların eser-i maâlîsine iktifâ (yüce izinden gitme) ile “Herşey mahvoldu, fakat nâmus kaldı” deyip onu müdâfaa için ölmeyi, zilletle yaşamaktansa civân-merdâne, kılınç elinde toprağa serilmeyi tercih ediyorlar. Bu yaşayan hakîkat, o milletin kanından intifâı (yararlanmayı) düşünenleri, herhâlde biraz, biraz değil çok düşündürecektir.
Ne mutlu sana ey âlî-nejad (üstün soylu) millet!
Âferîn ey rüzgârlar şehsüvâr-ı saf-deri (düşman saflarını delen öncü süvari)
Bir gazâ ettin ki hoşnut eyledin Peygamberi


Yayına hazırlayan: Vedat S. AHMED

Bu yazı, ADNAN müstear isimli bir Bulgaristanlı  yazar tarafından Osmanlıca olarak yazılıp  şu gazetede yayınlanmıştır: Çiftçi Bilgisi, 17 Temmuz 1920/28 Şevval 1338, y. 1, sa. 30, s. 1-2


Коментари

Популярни публикации от този блог

Selvi Boylu Minaresiyle Servi (Sevlievo) ÇOBANOĞLU CAMİSİ

Selvi Boylu Minares iyle  Servi (Sevlievo) Kasabası  ÇOBANOĞLU CAMİSİ “Selvi... Karşıdan görünen sevimli minareleri... Türklerden kalma saat kulesi, köprüsü, hükûmet konağı ile bir Türke daha mûnis, daha muhabbetli gibi görünüyor.” Sözleriyle başlıyor 1923 senesinde “Deliorman” gazetesinde yayınlanan “Razgrad’dan Plevne’ye” başlıklı yazı. Devamında kasabadaki Sultan Abdülaziz devrine ait görkemli taş köprüden, Selim Paşa hayrâtı olan çeşmelerden, 1193/1779-1780’de yapılan saat kulesinden, dört sınıflı Türk mektebinden ve gayretli müftüsü Hâfız Sâbit Efendiden söz ediyor... Aslında Servi/Selvi (Sevlievo) kasabası Koca Balkan’ın hemen hemen eteklerinde bulunan bir Türk yerleşim yeridir. 922/1516 yılından kısa bir zaman önce Türklerin iskân edilmesiyle kurulmuştur. Tabiî, civarda başka Türk köyleri de kurulmuş; Akıncılar, Malkoçlu, Ali Fakih, Çadırlı, Ulûfeci gibi isimler tamamen Türklük, fetih, evlâd-ı fâtihân kokuyor. 1516 yılında 18 hanelik yeni bir Türk yerleşim yeri ...

ADIMIZ....

ADIMIZ...   Geçenlerde bir arkadaşla konuşurken “Gene mi bu ad değiştirme meselesi? Bıraksak bir tarafa bu konuyu...” dedi. Ve kendince haklıydı, çünkü kırk yıllık bir yarayı kaşımak, bu olayları yaşayanları karanlık günlere çeviriyor, nâhoş duygulara sebep oluyordu. Kendisini dinledim... Fakat kendimi de haklı görerek “Unutmamalıyız!” diye cevap verdim ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in sözünü hatırlattım: “ Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır! ” Siz de şöyle itiraz edebilirsiniz... “Unutmayalım, ama Aliya soykırımdan söz ediyor” diyebilirsiniz... Pek tabiî, bilge adamın soykırım dediğinin farkındayım. Ama bizim adlarımız uğruna yaşadıklarımız da bir nevi soykırım değil mi? Söyleyeceklerimi düşünün biraz... Ve bakmayın siz birilerinin “Soyadönüş Süreci” demesine... Bizim bazı yaşlılarımız o süslü ifadeyi kullanamadığı ya da bilinçli olarak kullanmadığı için onun yerine doğrudan “soykırım” dediğini defalarca duydum. Kaldı ki, Bulgarista...

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi: MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN

Mücadeleci Gazeteci ve Çanakkale Gazisi MAHMUT NECMEDDİN DELİORMAN (1897-1973) Bulgaristan Türklerinin kültürel hayatında önemli bir yeri olan Mahmud Necmeddin (Deliorman), ömrünü gazetecilikle geçiren biri olmakla beraber siyasî ve toplumsal faaliyetlerde de bulunan bir şahsiyettir. Görüş ve çalışmaları sebebiyle Bulgaristan’da yaşadığı dönemde farklı tartışmalar içerisinde yer almış aydının kişiliği, eserleri ve fikirlerinin tanınması, Bulgaristan Müslümanları tarihinin daha iyi anlaşılması açısından önem arz etmektedir.  Mahmut Necmeddin, 1897/1898 yılında Razgrad şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Hâfızoğulları sülâlesinden Ahmed Ağanın oğlu saraç Salih Efendi, annesi ise Kırımlı Hacı Hasan kızı Ayşe Hanımdır. İlk ve orta (rüşdiye) eğtimini doğduğu şehirde alan Mahmut Necmeddin, Balkan Savaşları sonrasında 16 yaşındayken Sofya’ya gitmiş ve orada Türkçe yayınlanan “Tunca”, “Resimli Türk Sadası” ve “Türk Sadası” gazetelerinde stajyer olarak çalışarak haber toplamış, te...