Bugün cihânın taht-ı tasdîkinde (doğrulanan),
ve yaşamakta olan bir hakîkat var ise, o da seciye, mâzî sâhibi bir milletin
kolay kolay öldürülemeyeceğidir. Son zamânda bu hakîkatin timsâl-i zî-hayâtı
(canlı örneği) nâmuslu Türkler oldu. Bugün Türküm diyen her ferd-i millet
öldüğüne, ezildiğine gam yemez, zîrâ târihin cihân için musîbetler saçan bir
devrinde, en medîd ve kahhâr felâketlerle ezildiği hâlde Türkün nâm u nâmûsu
bir daha yükseldi. Bir derecede ki mâzîsinin celâl-i şân ü rifatiyle müvâzenet
peydâ eyleyen (şan ve yükselişinin büyüklüğü ile denge meydana getiren) manevî
bir kuvvet şeklinde cihâna misâl-i ibret oldu. Bilâ-istisnâ herkes, muvâfık,
muhâlif, “Âferîn Türklere!” diyorlar. Asya’nın ve Trakya’nın göbeğinde bir avuç
Türk, bütün dünyâyı meşgûl etmekte, bütün Avrupa’yı düşündürmektedir.
Diğer mağlûplar gibi Türklere de birtakım ağır
sulh şerâiti teklif ediliyor. Fakat şerâit-i sulhiyenin (barış şartlarının) kabûlü
yerine bu bir avuç millet nâmusla ölmeyi tercih etmiş, silâhı elinde ayakta
duruyor, Türk yurduna, Türk Asyasına, nihâyet yurduna ayak basmak isteyen
düşmanlarına karşı yaralı cesedini siper ediyor. Bu yaralı ceset bugün Asya
hudutlarında, Avrupa kapılarında öyle âhenîn (sapasağlam) bir kale vücûda
getirmiş ki gâlip ve muzaffer üç büyük devlet bu kaleyi kırmaktan ihtirâz
eyliyorlar. Şu zamânda bütün bir Avrupa ve Asya’ya hâkim olmak, Bizans
İmparatorluğunu ihyâ eylmek hevesine düşen Yunanistan’a sana lâzımsa buyur, al
diyorlar.
Yunanistan’a Asya’ya buyur, istediğini yap
diyorlar, oraya sevk edilecek ordularla leşkerin (askerin) neye uğrayacağını,
Şarkta için için yanan yangınların alevleri cihânı yakacak musîbetlere yol
açacağını bilenlerdir. Onlar hesapsız hareket etmezler. Onun için ki evvel ü
âhir tavşana kaç tazıya tut derler...
Birkaç günden beri Anadolu harekât-ı
milliyesinin İstanbul kıyılarına dayanan feverânı (su taşması), nihâyet İzmir,
Bandırma tarafından akın yapmaya teşebbüs eden Yunan kuvâ-yı munazzamesini (düzenli
askerî güçlerini) perîşân eylediğini gelen haberler te’yîde başladı. Bu
haberleri işiden Türkler değil, her vatanperver Bulgar vatandaş dahî bir hiss-i
takdîrle “Âferîn Türklere!” demekten kendini alamıyor.
Bilmem dikkat ediliyor mu? Bugünler Bulgar
efkâr-ı umûmiyesinde (kamuoyunda) Türklere karşı ne kadar kalbî bir hürmet
mütezâhirdir (gösterilmiştir)? Azıcık hiss-i vatanî ve millî taşıyan her
Bulgar, Türklerin, bu altı asırlık komşusunun müdâfaa-i namus ve hayâtını
yürekten takdîre başlamıştır. Bu, zamânın, târihin ihsân eylediği bir inkılâb-ı
târihîdir. Asırların keşf ü takdîr eylemediği bir nice hakâyık, bazan olmayacak
ve nâgehânî (ansız) birtakım vakâyiin hulûlüyle (olayların gerçekleşmesiyle)
tezâhür ediverir de cihân hayrette kalır. Türklerdeki seciye-i târihî, işte
bugünün târih-i felâketinde aynı tecellîye mazhar olmuştur.
Türkler bugün en felâket-zede bir millettir. Fakat
emîn olalım ki onlar nâmûs-ı istiklâllerini asıl bugün, bugünden sonra te’mîne
muvaffak olmuş, kendilerini cihâna bir daha tanıtmış oluyorlar. Bundan sekiz
sene, on sene evvel Türk, hürriyetini ilân etti dediler, hakk-ı istiklâli için
on seneden beri, hele şu son devre-i idbâr (talihsiz dönem) içinde onun nasıl
civân-merdâne dövüştüğünü görenler, hayret ü takdîrden kendilerini alamıyorlar.
Vaktiyle Roma kapılarına kadar muzafferen
dayanan Kartacalı Anibal, bütün Roma memâlikini istîlâ eylediği hâlde nefs-i Roma’ya hücûm edememiş, mâzîli bir milletin son derece-i ye’sine yürümekten korkarım,
demiş idi. Bugün üç büyük devlet, koca bir İngiltere, Fransa, İtalya aynı hakîkati
nisyânı şâyân-ı hayrettir. O Türkler ki târihte en büyük adamların eser-i
maâlîsine iktifâ (yüce izinden gitme) ile “Herşey mahvoldu, fakat nâmus kaldı”
deyip onu müdâfaa için ölmeyi, zilletle yaşamaktansa civân-merdâne, kılınç
elinde toprağa serilmeyi tercih ediyorlar. Bu yaşayan hakîkat, o milletin
kanından intifâı (yararlanmayı) düşünenleri, herhâlde biraz, biraz değil çok
düşündürecektir.
Ne mutlu sana ey âlî-nejad (üstün soylu) millet!
Âferîn ey rüzgârlar şehsüvâr-ı saf-deri
(düşman saflarını delen öncü süvari)
Bir gazâ ettin ki hoşnut eyledin Peygamberi
Yayına hazırlayan: Vedat S. AHMED
Bu yazı, ADNAN müstear isimli bir Bulgaristanlı
yazar tarafından Osmanlıca olarak yazılıp
şu gazetede yayınlanmıştır: Çiftçi
Bilgisi, 17 Temmuz 1920/28 Şevval 1338, y. 1, sa. 30, s. 1-2
Коментари
Публикуване на коментар